Dünyanın geleceği aydınlık mı karanlık mı

Şöyle bir geriye dönüp bakınca, aklıma yıllar önce okuduğum Arthur C. Clarke 'ın RAMA isimli bilim kurgu eseri geliyor. Yazar, yaşantı açısından uygun olmayan tarzına rağmen, kitaplarında herkesin ilgisini çeken kehanetlerde bulunuyordu.


DÜNYANIN GELECEĞİ AYDINLIK MI KARANLIK MI ?

Şöyle bir geriye dönüp bakınca, aklıma yıllar önce okuduğum Arthur C. Clarke 'ın RAMA isimli bilim kurgu eseri geliyor. Yazar, yaşantı açısından uygun olmayan tarzına rağmen, kitaplarında herkesin ilgisini çeken kehanetlerde bulunuyordu.

RAMA, Dünya'da 21. yüzyılın sonundan itibaren birkaç yüzyıl kadar devam edecek ciddi bir karmaşadan bahsediyor. Şöyle ki, din savaşları, sahte peygamberler ve termo nükleer savaşa kadar sürüklenecek bir gerginlik dizisinin yanında, katledilen masum insanlarla dolu bir geleceği resmetmiş Arthur C. Clarke.

Yılbaşı gecesini kana bulayan, Nice ve Berlin'de masumların üzerine kamyon ile dalan, havaalanlarında masumlara ateş eden, tren istasyonlarına bombalar patlatan vahşetin ilerki boyutlarını RAMA'da bulabilmek mümkün. Din veya Kültür üzerinden yürütülen zalimliğin boyutlarının nereye varabileceğini yıllar önce bu kitabı okuduğumda fark etmiştim. "Yok artık, bu kadar olmaz herhalde" dediğim birçok kurgu, maalesef bugün gerçek oldu.

Arthur C. Clarke'ın dediği kadar uzun olmasa da, yaşadığımız bu çarpıklıkların 20-30 yıl daha süreceğini tahmin ediyorum. Nedenini söyleyeyim: Ailesinden 7-8 yaşında alınarak 10-12 yıl boyunca modern dünyanın kabul etmeyeceği eğitimlere tabi tutulan çocukların sayısını bilmiyoruz. Dünyanın her yerinde din veya etnik kimlikler kullanılarak "düşmanlaştırılan", ölmeye ya da öldürmeye hazır ne kadar insan var bilmiyoruz.

Bundan başka, içinde biriktirdiği öfkeyi, kendisi gibi öfkeli başka insanlarla birleştirmeye hazır insanların varlığının da farkındayız. İkinci Dünya Savaşı'ndan bugüne kadar yapılan zalimlikler, toplu cinnetler ve diğer hareketlerin sayısına bakıldığında, bundan sonrasının nasıl yaşanacağını tahmin etmek aslında güç değil.

"Başka ülkeye gidelim" demek de bir çözüm değil. Bu zalimlikler herkesi her yerde bulabilir. Paris'te bir rock konserinde, Madrid'de bir tren istasyonunda, İstanbul'da bir gece kulübünde, Berlin'de sokakta, Kahire'de Piramitlerde, New York'ta bir gökdelende, Boston'da bir maratonda, Brüksel'de havalimanında, dünyanın her hangi bir yerinde maç seyrederken, otobüse binerken, bir restorandan çıkarken sizi bulabiliyor vahşet.

Korkarım ki, bu durum çok uzun bir süre devam edecek. İnsanlar insanlardan korkar hale gelecek. Doğu ve Batı arasındaki anlayış uçurumu büyüyecek. Sanıyorum Amin Maalouf'un "Çivisi çıkmış Dünya" kitabında bahsettiği korkular bizi bulacak.

Bunların hiçbiri, basit zekaların ısrar ettiği gibi petrol, altın, enerji, vs değil. Bahsedilenler sadece araç. Amaç başka. Amacın ne olduğunu anlamak için bugüne kadar öğrendiklerinizi unutmanız gerekiyor. Eski bilgiyle yeni planı anlamak mümkün değil.

GELELİM TÜRKİYE’YE...

Yine de tüm olumsuzluklara rağmen, Türk Para ve Sermaye Piyasalarının sorunsuz çalıştığının altını çizmek lazım. Bunun sebebi de şu: Türkiye'de bankacılık ve finans yüzyıllara dayanan bir maziye sahiptir. İmalat Sanayi ise 60 yılı daha yeni doldurmuş durumdadır. Reel sektörün geleneklerinin oturmasına daha 100 yıl varken, bankacılık ve finansın olgunluğa eriştiğini söyleyebilirim.

Hal böyleyken sanayici kimlik bunalımları yaşarken, finans kesiminin soğukkanlı bir tavır takınarak mesafeli olmasını yadırgamamak lazım. Ayrıca 2001'de yaşanan finansal kriz hafızalardan silinmemiş olduğu için Bankacılık ve Finans kesimi, reel sektör gibi Ankara'ya bel bağlamaz. Önce kanunlara, sonra mevzuata, nihayetinde de pratik gerçeğe bakar. Dolayısıyla siyaset ne kadar yüksek perdeden konuşursa konuşsun, yukarıda bahsettiğim çerçevenin dışına çıkmaz.

Türkiye'de reel sektörün ayakta durması için teşviklerden çok daha fazlası gerekmektedir. Devlet, Bankacılıkta ve Finans'ta gösterdiği düzenleyici otoriteyi reel sektör ve tüketiciler tarafında gösterememektedir. Çoğu zaman rekabete aykırılıklara göz yumarken, bazı zamanlarda bizzat kendi elleriyle rekabeti engelleyici davranışlarda bulunmaktadır. Örneğin Türkiye'de fabrika veya işletme kurmak kağıt üzerinde kolay gözükse de, birbirinden farklı bakanlıklardan alınan izinler sebebiyle bazıları daha zor, bazıları ise daha kolay ilerleyebilmektedir. Mevzuat herkes için aynıdır ancak, işini çok daha hızlı halledenler vardır.

Şunun bilinmesi gerekiyor. Adalet sadece mahkemelerde aranması gereken bir durum değil. İş dünyasında, sivil toplum kuruluşlarında, işletmelerde, spor kulüplerinde de keyfi davranışlar ve kararlara çokça rastlandığı için, Türkiye gibi ülkelerde "güvensizlik" hem sebep hem de sonuçtur.

Güvensizliğin yaygın olduğu yerlerde düzensizlik olur. Trafikte, süper markette, işte okulda veya evde, bireyler sürekli haklarının yeneceğini düşündüğünden, önce davranıp herkesten önce başkalarının hakkını yerler. Dolayısıyla organize olamayan bireylerin oluşturduğu karışıklığı çözmek için ciddi mesai harcanır.

Sonuç olarak, böyle ülkelerde ulusal paranın ve fiyatların istikrarlı olması pek mümkün değildir.

 

Prof. Dr. Emre Alkin

 

 


Emre Alkin

YORUMLAR

Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Eğer üye iseniz üyelik girişi yapmak için tıklayın.
Yeni üye olmak için lütfen tıklayın.

Henüz yorum yapılmamış.