"Fark yaratmak, olağanüstü yeteneklerle beklenen işleri yapmak değil.
Olağan yeteneklerle beklenmeyen işleri yapmaktır."
Prof. Dr. Emre Alkin

KÜRESEL YATIRIMLAR ARTTIKÇA, TÜRKİYE'NİN KABINA SIĞMASI ZOR GÖRÜNÜYOR

Şerden hayırlar doğar derler ya, başarısız bir darbe girişimini geride bırakmaya çalışan Türkiye’de yeniden yapılanma başlıyor. Elbette, ekonomide olumsuzluk bekleyenler vardı. Ancak başta Merkez Bankası olmak üzere tüm düzenleyici otoriteler spekülatif atakları yakınen gözlemeye, gerekirse de müdahale etmeye karar verdiler. 

15 Temmuz gecesi yaşanan gerginlik 18 Temmuz sabah itibarıyla yerini sakinleşmeye bıraktı. O sabah, Borsa İstanbul dahil Türkiye’nin çeşitli “operasyon merkezlerini” ele geçirmeye çalışan ama başarısız olan mihrakların bıraktığı izleri gördük. Açıkçası Türkiye büyük bir tehlike atlattı. Sakinleşirken, bu kötü tecrübenin neden başımıza geldiğini düşünmemiz gerekiyor.


Dışardan bakan için televizyonlarla yansıyan görüntüler elbette tuhaf. Fransa’daki terör saldırısından hemen sonra Türkiye’de uçak, helikopter, tank ve tanker uçakların dahil olduğu bir “kalkışma” hadisesinin hafife alınacak bir hali yok. Bu hadise hepimiz çok üzdü  ve öfkelendirdi. Yine de dediğim gibi, bu durumu enine boyuna analiz etmemiz gerek.

Başarısız darbe girişiminden sonra, ABD ile ortaya çıkan sürtüşmenin bir süre daha devam edeceği açık. ABD ile Türkiye arasında yapılacak uçuşların bir süre yasaklanması da bu gerginliğin bir başka boyutu oldu. Neyse ki bu yasak çok geçmeden kaldırıldı. ABD seçimlerine kadar gerginliğin bir uzlaşmayla bitmesi gerekiyor.

15 Temmuz’dan bu yana yabancı dostlarımızın ısrarla sorduğu “Türkiye ne durumda?” sorusuna, istikrarlı olarak bir kaç pencereden cevap verdim. Para-kredi mekanizması; sermaye piyasaları; ödeme mekanizması; gaz, su, elektirik; hava, kara ve deniz ulaşımı; emniyet ve güvenlik unsurları; iletişim kanalları; gıda sektörü ve hastaneler çalışıyor.


Bu çalışan unsurlara daha da eklenebilir. Buradan hareketle “15 Temmuz akşam saatlerine kadar Türkiye’nin durumu ne ise, bugün de durum aynı” dedim. Dolar Kuru elbette yükseldi, hisse senedi piyasaları dalgalı, faiz sakin, sanayi de her zamanki sorunlarını konuşuyor. 

 

KRİZİN GETİRDİĞİ BAŞARI : Türkiye 2001 yılında tamamen kendine özgü bir finansla kriz yaşadı ve söz konusu krizden banka ve banka barici finans kurumlarını konsolide ederek çıktı. Buradaki başarısı bir çok küresel finansal kuruluşun Türkiye’de ortaklık arayışına girmesiyle sonuçlandı.


Elbette en büyük sorun turizm idi. Ruslarla gerginlikten, mülteci sorununa, terör eylemlerinden darbe girişimine kadar bu sektörün başına gelmedik kalmadı. Yine de komşu ve çevre ülkelerle yumuşayan ilişkiler turizmde kötü bir yıl daha yaşamasını engelleyecek gibi.

Fitch’den de olumlu haberler gelirse, belki de 21. yüzyılın en zalimce düşünülmüş saldırılarından birini yaşayan Türkiye, başına gelenlerin etkisini beklenenden daha kolay şekilde atlatmış olacak. Bu arada Moody’s ve S&P ‘nin aceleci bir şekilde Türkiye ile ilgili olumusuz değerlendirme yaptığını her zaman hatırlayacağız. Bunu da belirtelim. Neyse ki S&P Türkiye’nin görünümünü geçenlerde negatiften durağana çevirerek gönlünü aldı diyelim.

Tabii, ABD Yönetimi’nin şu an ortaya koyduğu hatalı refleksten uzaklaşması da gerekiyor. Başkanlık seçimleriden sonra ABD’de yaşanan otorite boşluğu bazı grupların Türkiye aleyhine davranmasının sona ermesi gerekiyor. Amerikan yönetimi bu yanlışlığın arkasında durmadan, kendi içinde ortaya çıkan durumun muhakemesini acilen yapmalıdır.

Türk milleti’nin verdiği olağan üstü tepkiyle, piyasaların sağlam şekilde tutunmasını beraber değerlendirmek ve daha dikkatli şekilde bakmakta fayda olduğunu düşünüyorum.

Yine de bizi üzen bir ayrıntı var: Yurt dışı basında Türkiye’de yaşananlarla ilgili olarak pek de doğru değerlendirmeler yapılmadığını görüyoruz. Dolayısıyla bir kere daha yabancı medyadaki dostlarımıza bilgilendirme yapmak istiyoruz.

Darbe girişimi sadece demokrasiye karşı değil, aynı zamanda özgürlüğe, laikliğe, modernizme ve rekabete karşı bir girişimdi. Türk Milleti kendi içinde yaşadığı çelişkiler ve tartışmalara rağmen, yurt dışından beslenen dayatmalara karşı anında tek vücut olabileceğini kanıtladı. Silahlara ve zorbalığa karşı dimdik ayakta durdu. 


Türkiye bilinenden farklı bir ülkedir. Türk milleti bu tip alçak planlar yapanlara her zaman gerekeni yapmıştır. Bunu bir kere daha kanıtlamıştır. Bereket versin ki, gelişmişliğin önemli bir kilometre taşı olan finans sistemi saat gibi çalışıyor. Diğer taraftan teknoloji konusunda önemli atılımlar var.

 

BIST’teki toplam değerin de GSMH’nın 2 katına doğru çıkmasını da mümkün görüyorum. Küresel Ölçekteki yatırımlar arttıkça, Türkiye’nin kabına sığması zor gözüküyor. Elbette bu durum hem yabancı ortaklıklar, hem bölge ülkeleri hem de dünya için daha fazla refah anlamına geliyor.

 

Otomasyona geçmiş olan gümrüklerle, dış ticaret yolunda gidiyor. Döviz kurları sakinleşti, hisse senedi piyasaları toparlanıyor. İş dünyası da “demokrasiden başka tercihimiz yok” diyerek güçlü bir duruş sergiliyor.

Buna rağmen yurt dışında hala negatif yorumlar yapılıyorsa, o zaman şunu net olarak söyleyebiliriz: Olumsuz işlere imza atarak Türkiye’nin imajını bozanlar, bu sefer de Batıyla arasını bozmaya çalışıyor. Bunu çok net şekilde söyleyebiliyorum.

 

YENİ İHRACAT POTANSİYELİ : Akıllı otomobiller ve aksamları, uzay ve havacılık, tıbbı hassas optik aletler, malzeme teknolojileri, hastane ekipmanları, nanoteknoloji, iletişim teknolojileri ve yazılım konusunda 100-150 milyar dolarlık daha ihracat yapılması planlanıyor.

 

Buradan hareketle, daha akılcı davranarak meselenin ne olduğunu anlatmak için çaba göstermeliyiz. Türkiye’nin siyasetçilerden ya da devletlerden çok küresel markalarla, sanatçılarla, sporcularla ve kültürel hayatın kanaat önderleriyle bu kampanyayı yürütme ihtiyacı var.

Devletin yapması gereken tek şey var: Sanatın, sporun, bilimin, eğitimin ve teknolojinin yanında durduğunu göstermek. Bu da sözle değil, eylemle olur. Akıllı telefondan spor ayakkabısına, her türlü tasarım ürününden Türkiye’de üretimi bile olmayan ne varsa pahalı hale getiriliyorsa, destekçi bulmak zor oluyor.

Türk insanını küresel markalardan ve Türk sanayini de “kaliteli olanla sağlıklı rekabetten” uzaklaştıran bu kararların ülkenin lehine olmadığı ortada. Kimbilir, belki de bu kararların yukarıda bahsettiklerim ışığında bir kere değerlendirilmesi, akıllardaki bazı
soru işaretlerini giderecektir. Bu değerlendirmeleri yaptıktan sonra elbette ekonomiyle ilgili de beklentilerimi paylaşacağım.

Türkiye ekonomisi 2008 küresel finansal krizden hemen sonra en çabuk toparlanan ve çeyrek dönemler itibarıyla en hızlı büyüyen ülkeler arasına girdi. Belki de bu performansının arkasındaki en önemli itici güç finansal sistemin saat gibi çalışmasıydı. Bunun da temelinde yüzyılın başında yaşanmış bir tecrübe yatıyordu.

 

BÜYÜME POTANSİYELİ 

Türkiye’nin önümüzdeki 25 yıllık sürede yüzde 4’ün üzerinde bir büyüme potansiyeline sahip olduğu görülüyor.

Fitch'den de olumlu haberler gelirse, belki de 21. yüzyılın en zalimce düşünülmüş saldırılarından birini yaşayan Türkiye, başına gelenlerin etkisini beklenenden daha kolay şekilde atlatmış olacak. Bu arada Moody’s ve S&P'nin aceleci bir şekilde Türkiye ile ilgili olumusuz değerlendirme yaptığını her zaman hatırlayacağız. Bunu da belirtelim. Neyse ki S&P Türkiye’nin görünümünü geçenlerde negatiften durağana çevirerek gönlünü aldı. 


Türkiye 2001 yılında tamamen kendine özgü bir finansla kriz yaşamış ve söz konusu krizden banka ve banka harici finans kurumlarını konsolide ederek çıkmıştı. Buradaki başarısı çok geçmeden bir çok küresel finansal kuruluşun Türkiye’de ortaklık arayışına girmesiyle sonuçlandı. Bugün Türkiye’deki özel bankaların neredeyse tamamına yakını güçlü yabancı ortaklıklarla geleceğe doğru yürümektedir.

Diğer taraftan otomotivden yüksek teknoloji ürünlerine kadar birçok sektörde doğrudan yabancı sermaye ile kurulmuş birçok şirketin yanı sıra, Türkiye’nin önde gelen şirketleri ile yapılmış 30-40 yıllık maziye dayanan yabancı ortaklıklar da mevcuttur.

Türkiye’nin 200 milyar dolara doğru yürüyen ihracatının içinde ön sıralarda yer almaktadırlar.

İhracattan söz açılmışken: 2023 yılında Türkiye’nin 500 milyar dolar ihracat hedefi devam etmektedir. Bu aynı zamanda dünya ticaretinden yüzde 1.5-2 civarında pay alacağımıza da işarettir. Bugün mevcut sektörlerle 350 milyar dolar ihracat potansiyeli
bulunmaktadır.

Bunun üzerine akıllı otomobiller ve aksamları, uzay ve havacılık, tıbbı hassas optik aletler, malzeme teknolojileri, hastane ekipmanları, nanoteknoloji, iletişim teknolojileri ve yazılım konusunda 100- 150 milyar dolarlık daha ihracat yapılması planlanıyor. Özetle Türkiye bu alanlarda yatırıma hazır ve teşvikler de buna göre tasarlanıyor.

2050 yılında yaş ortalaması olarak bölgenin en genç ülkelerinden biri olmaya devam edecek olan Türkiye, aynı zamanda kaliteli iş gücüyle de yeni yatırımlar için önemli bir merkez olacak.

Belki de bu sebeple Türkiye’de inşaat ve eğitim sektörü el ele yükselişe devam ediyor. REIDIN verilerine göre Türkiye’de son iki yılda gayri menkule yatırım yapan bir kişi borsa ve altın dahil birçok finansal enstrümandan daha fazla getiri elde etmiş durumda. Bu durumun 2050 yılına kadar sürmesi bekleniyor. Belki ondan da uzun sürecek ama şimdilik hesaplamalar buraya kadar yapılabiliyor.

Eğitim sektörü de Türkiye’de yatırım yapılabilir bir alan. Sadece İstanbul’da 40’tan fazla üniversite bulunmakta. Her yıl milyonlarca öğrenci İstanbul ve Türkiye’deki üniversiteleri kazanmak için sınavlara katılıyor. Ayrıca çok ciddi bir yabancı öğrenci talebi de mevcut. Bu yıl 1.6 milyon öğrenci üniversitelere giriş için başvurdu. Genç nüfusun yoğunluğu Türkiye’nin geleceğini aydınlatıyor.

Özetle, Türkiye’nin önümüzdeki 25 yıllık sürede yüzde 4’ün üzerinde bir büyüme potansiyeline sahip olduğu görülüyor. Kamu ve özel sektör İşbirliği sayesinde bu büyümenin rahatlıkla sağlanabileceğini tahmin ediyorum. Buradan hareketle BIST’teki toplam değerin de GSMH’nın 2 katına doğru çıkmasını da mümkün görüyorum. Küresel ölçekteki yatırımlar arttıkça, Türkiye’nin kabına sığması zor gözüküyor. Elbette bu durum hem yabancı ortaklıklar, hem bölge ülkeleri hem de dünya için daha fazla refah anlamına geliyor. Atatürk, Türkiye’nin dünya barışı için ne kadar önemli bir ülke olduğunun da altını çizmiş. Bu gerçeğin uzun bir aradan sonra tekrar fark edilmesi sevindirici bir gelişme. Barış refahla gelmez. Refah barışla gelir.

 

 

http://www.taysadmag.com/uploads/2016yi-nasil-bilirdiniz17062017084016.pdf

 

 

 

 

Eklenme Tarihi : 26.10.2017 15:14:36

YORUMLAR

Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Eğer üye iseniz üyelik girişi yapmak için tıklayın.
Yeni üye olmak için lütfen tıklayın.

Henüz yorum yapılmamış.